H ile A
GİRİŞ
Aynı yerden doğma, varoluşları oluş olarak aynı, sonuç olarak
olağanüstü farklı; biri kudretli dağların tepesindeki kar beyazlığı, diğeri
okyanusların derinliğindeki gizemli karanlık, anlayacağınız taban tabana zıt,
gözle görülmeyen iki surettir H ile A.
Haa
söylemeden geçersek karışıklığa müsaade vermiş oluruz. Birbirlerini sevendir,
cevap vermek için değil anlamak için dinleyendir onlar. A’sız H, H’siz A’nın da
anlamsız olduğunu bilirler. Diyeceğimiz o ki, köprü üstündeki keçi oldukları da
olur, aynı memeden süt emen süt kuzuları oldukları da.
Onların hikayelerini, konuşmalarını
anlatacak olan, onların sözlerini, düşündüklerini size ulaştırmayı kendine
görev saymış varlık en yakın tanıktır ve herkes tarafından yakından tanınır. Bu
oluşumu ortaya çıkaran varlığı tanıtmayı gereksiz buluyorum zira kendisini
ileride anlayacağınızı, tanımak için can atacağınızı ve kendisine sıkı sıkı
bağlanacağınıza yürekten inanıyorum. Ayrıca kendisi de bir tanıtıma ihtiyacı
olmadığını düşünüyor.
Ayak değmemiş toprakların, dallı budaklı
ağaçların, korkunç yeşillikteki ormanların ya da kirlenmemiş suların dışında,
insani canlılığın bulunduğu her anı, ortamı, zamanı kapsayan bir hikayedir H
ile A’nın hikayesi.
1.BÖLÜM
Sıradanlıktan,
durgunluktan insanların başının döndüğü, damağınızın en kuru hali gibi kupkuru
ve kavurucu bir günde, bir başka deyişle insanın dünyadan ayrılma kararını en
içten şekilde almasının koşullarını sağlayan bir zaman aralığında H, yerde
uzanan A’nın yanından geçip sırtını raflara yasladı ve A’ya seslendi;
H:
İyileşmeyen yaralara tuz basman ne çare. Kendine acıyorsun da fark etmiyorsun.
Neyle kafayı bozdun yine?
A, dizlerini
karnına doğru çekmiş, bacaklarıyla gövdesi birbirine dik olacak şekilde durup
gözlerini kırpmaksızın boş raflardan birini izliyordu. A’nın seslenişe kayıtsız
kalması H’nin seslenişini yinelemesine sebep oldu.
H: Kafanı
kurcalayan, seni sesime sağır eden ne, ne oldu?
A: Sessiz
kalmak, durup bakmak, duymak istememek sizler için neden bu kadar sorun, anlaşılmaz.
Hayatımın her anına tanıklık eden sen bile anlamıyorsun beni. “Ne oldu, neyin
var, kafanı kurcalayan şeyler ne?” soruları peş peşe sıralanıyor ve beni zor
bulduğum rahatlığımdan çıkarıyor.
H, alınmıştı
bu duruma, sinirlenmişti. Beklemediği bir cevap ansızın yakalamıştı onu.
H:
Üzülüyorum haline. Düşünüp durdukça etrafını çevreleyen kapkaranlık bir çember
oluşturuyorsun. Tek isteğinin bir anlam, bir yol, yolunu aydınlatan bir ışık
olduğunu biliyorum fakat oluşturduğun karanlığın içindeki bir damla ışık senin
yolunu kısa süreliğine aydınlatsa da uzun süreç içinde karanlığın hakim olduğu
bir çember içinde kaybolup gideceksin.
A ayağa
kalktı. Parmakları ağzında yere bakarak az bir kısmı kitaplarla dolu olan
raflarla çevrili odanın bir ucundan diğerine gidip gelmeye başladı. H, A’nın
yürümesine, A da düşüncelerine dalmış şekilde belli bir süre sessiz kaldılar.
A’nın sesi zihinlerdeki dalgınlık buğusunu dağıttı.
A: H mutlu
musun?
H: Dün sıcak
şarabımızı havanın sıcaklığına rağmen içerken iyi hissediyordum, zevk
alıyordum. Mutluydum galiba. Şimdiyi ise bilmiyorum.
A: Evet, dün
ben de mutluydum.
Görenlerin hiç bitmeyecekmiş gibi
hissedeceği, doğanın kanunu, hiç bozulmayan bir devinim, yüzyıllardır
hareketini koruyan bir oluşum olarak hayallerinin bir kısmında o anı
canlandırabilecekleri A’nın gidip gelmesi aniden durdu. Raflardaki kitaplardan
birine uzun uzun baktı, daldığı anlaşılıyordu.
A: Kalk,
gidiyoruz.
H: Nereye?
A: Şarap
içmeye.
H: Nereden
çıktı şimdi bu?
A: Mutlu
olmaya ihtiyacım var.(çaresizce bakar)
H, alaylı
bir tebessüm etti, yere baktı sonra A’ya döndü.
H: Gitsek
bile istediğin mutluluğu yakalayamayacaksın.
A: Neden hep
bana karşısın, sen söylemedin mi o sıcaklığa rağmen sıcak şarabımızı içerken
mutluyduk diye.
(tebessüm
oluşur yüzünde, devam eder konuşmasına)
Anımız o
kadar muazzammış ki sıcaklığa karşı gelmişiz, kafa tutmuşuz. Sıcaklık, şişeyi
ağzımıza tekrar ve tekrar götürmemize engel olamamış.
H: Evet, o
zaman mutluyduk. Lakin zaman değişmiş, dün dünde kalmış, zaman mutlu zamanımızı
alıp gitmiş. O anda, mutlu olduğumuz anda, bilmediğimiz veya bildiğimiz
insanlar bilinen veya bilinmeyen yerlerden ayrılmış, hayatın olanca
yoğunluğuyla birbirine karışmış. Bazı yaşayanlar aramızdan ayrılmış, tabii yeni
gelen yaşayanlar da olmuş. Kısacası o an, o an güzeldi bizi etkileyen şeylerle.
Daha güzel ifade edersem; mutluluğa gidemezsin, elinle tutup yakalayamazsın,
eskide kalmışı yeniden önüne koyamazsın yani formül biçemezsin mutluluğa.
Mutluluk özeldir ve kendisini şekillendirenlere her daim karşıdır, sıradanlığın
dışındadır o.
H,
kelimelerinin keskinliğinden mi, sonlarındaki sert eklerden mi yoksa öyle
konuşan düşünen insanları, konuşan hesap makinesine, dile gelmiş takvimlere
benzettiğinden mi bilinmez; konuşmasından rahatsız oldu. Bu durumu düzeltmek
adına konuşmasını devam ettirme gereği duydu.
H: Bu benim
düşüncem, kendi içimde anlamlandırdığım tanım.
A da
biliyordu gidince mutlu olmayacağını lakin denemekten ne çıkardı. Bir ihtimal
değil miydi? İhtimaldi ihtimal olmasına ama içindeki karamsarlık H’nin
sözleriyle büyüdü büyüdü ve yıllardır oturmaya hasret kalmış gibi bütün
kudretiyle oturdu A’nın böğrüne.
O günlük
konuşma bu kadardı. A daldığı yerde, H ise yaslandığı rafın altında uzanıp
düşlerinin peşine düştü.
2.BÖLÜM
Güneşin kudretle parıldadığı, haşmetiyle göz
korkuttuğu, yaktığı, kavurduğu; develerin bir yerlerde su bulamadığı için
öldüğü, koalaların ağaca sarılmış iskeletlerinin bulunduğu günlerin aksine,
güneş bugün zor bela doğuyordu.
Varoluşundan
bu yana hiç doğmamak gibi asi bir tutum sergilememişti. Varoluş amacı olduğunu
bilerek doğmuş, bilerek batmıştı. Bugün ise işini severek değil, sanki
tekdüzeliğin getirdiği sıkılmayla yapıyor, parıltısını saçarken güçsüz kalıyor,
ışığı bulutları delip geçemiyordu. Hayat cansız, karanlık, umutsuz başlamıştı.
Bundan kuşların ötüşlerinin, ağaçların gölgelerinin, bebeklerin ağlayışlarının
etkilendiği gibi H ile A da etkilenmişti.
Rafların arasından giren ışık demetleri,
geride kalmış günlerden farklı olarak, zamanını şaşırmış bir vakitte geldi.
Farklı bir
saat aralığı uyanmalarına eşlik etti. Kuşların ötüşleri diyemeyiz
çığlıklarının içlerine işlemesi; karanlık, umutsuz rüzgarların bedenlerine
temas etmesi düşüncelerine yansımıştı. Düşüncelerinin ve hislerinin bütünü olan
bu suretlerin söylemlerinin ve davranışlarının değişebileceğini tahmin
edebiliriz.
Güne uzun süre susarak başladılar. Bu
bizim için uzun bir zamandı, onlar içinse anlamadan fark etmeden seksenine
gelmiş bir insanoğlunun zaman düşüncesi kadar.
H alevini içinde tutmakta hayli başarılı oldu
fakat dayanamadı bu sıcaklığa, sözcükleriyle attı kızıl ateş parçalarını
dışarıya.
H:
Duygularımızı, hislerimizi, sözcüklerimizi sömürüyor, tüketiyor. Konuştukça
bağlanıyor, bırakmak istemiyor. Susup bakıyoruz o gün anlatmak istemiyoruz,
gözlerinde yansımak, parıltısında hayallere dalmak istiyoruz. Bunu bize
vermiyor A, alıp verilen samimiyet yokmuş gibi bizi mahrum bırakıyor bundan.
Biz de rahatsız olmadan, sırf o istiyor diye, sözcükler diziyoruz onun önüne.
H’nin öfkesi, yitik umuduna yerini buyur etti.
Jilet kesiği sert bakışları ciğerindeki homurdanan hava sessizce terk etti
bedeni. Mahzun bakışlar, ahh bırakan nefes verişler aldı boşalan yeri.
H: Hayallerim, beklentilerim dile düşmek istemiyor
artık. İçimde güzel onlar. Cümlelerim parça parça alıp götürüyor,
küçültülüyor, değersizleştiriyor içimdekileri bir nankör kadın için.
A elindeki
kitabı göğsüne yasladı. H’nin dediklerini düşündü, saflıkla inceledi,
sözcüklerin içindeki doğruyu yokladı.
Aramak
değildi bu! Keşif yapıyordu sanki. İnce bir doğruyu bulmanın kaşifiydi fakat
anlamlı gelmiyordu, gözle görülmeyen bir doğruydu H’nin doğrusu; akla uygun
değildi, anlamsız bir çıkmazın parçalarıydı A’ya göre.
A:
Gülüşümdeki mutluluğu, heyecanımdaki kalp atımlarını, göz yaşlarımdaki hüznü,
öfkenin yansımalarını; seçerek, önemseyerek, tadarak, her kelimenin benim bir
parçam olduğunu bilerek anlattım şu ana kadar. Kimi seviyordu, kimi sevmiyordu.
Umursamazlıkla, duygularımın heyecanıyla anlattım olan biteni. Kimse için değil;
kendim için, samimi geldiği için, bu olduğum için söylenen cümlelerdi onlar.
Görüyorum ki, senin söylemlerinin amacı; göz boyamak, sevginin gidiş geliş
yolunu açmakmış. Asılsız, yanlış düşüncelerin, söylenen hoş cümlelerinin
giyotini olmuş. Güzel cümlelerini sahtekarlıkla örtmüş, anlamlarını
çürütmüşsün. Bu düşüncelerinin kalıntısı; senin sömürüldüğünü, kelimelerinle
var olduğunu düşündürüyor.
A, derin
sustu.
A:
Kelimelerinin sadeliğine, duruluğuna, akışına dönüp bakması, hayretle izlemesi,
gözlerinin parlaması, aç olduğu duyguları bulma belirtisi olabilir.
Bakışlarından kaçışı ise halatsız bir boyun, özgür ruh istemesindendir. Zihnin
tutsaklığından, maneviyatının işgalinden korkmasındandır belki de.
H, A’nın
konuşmasıyla yeniden öfkelendi.
H: Her
cümlemiz bir gayeyle çıkıyor ağzımızdan. Her eylemimiz bir amaç uğruna. Sevgi
arayışı benimkisi. Beni kötü düşüncelerin yardakçılığını yapmakla
suçlayamazsın. Hepimiz mutlu olma arayışı içerisindeyiz. Ben değerli
bulduklarımı bir hiçliğe kaptırmam, kaptırmayacam. Zaten sana
anlattıklarım beyhude. Beni onaylaman düşümde bir serap.
(Kendi
içinde yakınmaya başladı)
Sus sus
aptal. Neden anlatıyorsun? Kendi kendine yetemiyor musun? Kendi içinde debelen,
ye bitir kendini de anlatma şu mendebur A’ya sıkıntılarını. Bilmiyor
musun? Kurtçuklarını içine atmak için fırsat kolladığını.
Olan zamana oluyor, delik deşik ediyor,
paçavraya çeviriyor zamanımı bu caliban kılıklının lafları.
A: Olayları;
saf, mağdur H’nin başrolde olduğu senaryolara çevirmeyi kes sen de. Durduk yere
üzülüyorsun, acıyorsun kendine. Olan etrafındakilere oluyor. Hepimiz senin için
tehlikeli bir çıbana dönüşüyoruz.
H, çıkarmadı
sesini. Rafların arasından uzaklaşmayı tercih etti.
Sonrasında
H’nin kızdığı, hiç diye tarif ettiği kadın, istek üzerine konuşturulmadı A ile
H tarafından. Kadın, A için pek önemli değildi. H içinse sakıncalı olmaya
başlamıştı. Zihnini bulutlandırıyor, kimliğini hırpalıyordu. Aklın ve gururun
ortak kararıyla, bedenin şahısla ilişkisi kesildi.
Aslına bakarsak bahsedilen kadın, bile
isteye ayrıldı bu iki suretin hayatından. Yaşayacaklarını yaşadı bir zaman.
Ardından, pişman olup geri dönmek istedi. Gururla ve kendi tarzında. Zaman
çokça geçmişti bu nedenle önemsenmedi A ile H tarafından. İlerleyen zamanlarda
kesik kesik bu kadının konusu açıldı ve uzamadan kapandı.
Bu kadın
tanıtılmayacak ve ileride de konusundan bahsedilmeyecek. Kadınımızın
hikayemizdeki tek önemi; A ile H’nin samimiyet üzerine olan tartışmasının
metaforu olmasıdır.
3. BÖLÜM
Uzanılan yeşil çimenler çamura bulanmış, meyve veren elma, kiraz
ağaçlarının ihtişamının yerini, gümüşi akasyaların yapraklarıyla süslü toprak almış; Rüzgar,
ılık dokunuşlarından sert esintilere geçiş yapmış son tartışmalarından bu
zamana kadar.
(Bir süre
önce bir kadınla bir erkek kesmişti yollarını; sanattan uzak kalmış, tiyatronun
getirdiği estetik zevkten mahrum illere tiyatroyu götürdüklerini söyleyerek topluluklarına
katılmaları konusunda bir soru yöneltmişlerdi.
H ile A korkmuşlardı ilk başta, ardından
tiyatro geçmişi olan bir arkadaşlarına danıştılar. Faydalı bir iş yapacaklarını
düşünerek hep beraber katıldılar bu topluluğa. Hızlı bir döneme girmişlerdi
bununla birlikte. İlk baş prova zannettikleri senaryo ezberi yapılmıştı.
Sonrasında, hoca diye seslenilen insanlar olmaları gereken karakterleri
ezberletmişti.
Bir gün
ekibe saçları ve yüzündeki kızıllığıyla dikkatlerini çeken bir kadın katıldı.
Duru bir masumluk vardı simasında. Yıldız gibiydi; hayrete düşürüyordu onları,
kadının yüzündeki parıltı.
Kısa bir
sürede turneye çıkma kararı alınmıştı toplulukta. Henüz bir kez dahi sahne
provası yapılmamıştı. İnsanlara köle vari sesleniyorlardı. Turneye çıkıldı,
oyunlar oynanmaya başlandı. Oyunlar içinde çeşitli hatalar yapıldı, bunun
üzerine çeşitli hakaretler edildi. Kadınlara çeşitli sapkın düşüncelerle de
bakılmadan geçilmedi bu dönemde. H ile A bu dönemden sonra ayrıldılar
topluluktan iyi bir dost, göz alıcı parıltılarını alarak) zaman
H: Biz zaten
anlamalıydık bu işte bir sahtekarlık olduğunu. Yolda durdurdular, bizimle
tiyatro yapar mısınız dediler. Sahneye çıkacak bir adam böyle mi seçilir ha.
A: Eee fena
mı oldu. Hayatta çıkamazdık sahneye yolumuzu kesmeselerdi. Bizim yolumuzun
kırılması oldular. Belki de çok farklı ilerleyecekti hayatımız. İyi oldu bu
bakımdan. Evet, kötü anlar da oldu olmadı değil. Lakin anlamıyorum karanlığa ve
çirkinliğe olan bu hayranlığını. Odağın biraz güzele ve aydınlığa kayamaz mı?
H: Suçlayıcı
konuşmalarından sıkıldım. Çirkinlik ve karanlık; güzellik ve aydınlığa hep
hakimiyet kuruyor da ondan, aklımın ve bakışımın yönelimi bu doğrultuda oluyor.
Sen de gördün onları, duydun aşağılık konuşmalarını. Belki de hissettin iğrenç
arzularını. Oyuncu aramıyorlar onlar, düşlerinde harem kuruyorlar. Yataklarına
süs arıyorlar. Yoldaki bütün kadınlar tiyatro bahanesiyle onların tuzağına
düşebilir. Zavallı, mide bulandırıcı fantezilerinin kurbanı olabilir. Sen nasıl
sakin kalıp, iyimserlik miğferini takabiliyorsun? Parıltımıza, nar çiçeğimize
bir şey yapmaları olasılığı yüreğini hançerlemiyor mu?
Acı çekiyorum
ben. Öfkemi bu tetikliyor.
A: Bu
konular cümlelerimde yer etmediği için, öfke bedenimi sarıp sarmalamadığı için
bu beni rahatsız etmediğini mi zannediyorsun?
Ben artık bu olayların geride kaldığına inanmak istiyorum. Bunların
yerine sıfırdan güzel bir arkadaşlık kurduğumuzu düşünmek istiyorum.
Sıkıntılarımıza ortak olacak, mutluluğumuzdan pay alacak; başarımıza sevinen,
yenilgimize yürek burkan bir dost edindik biz.
A’nın yüzüne
hoş bir gülümseme oturdu konuşmasını devam ettirirken.
A:
Hayatımızda ilk defa parıldayan bir kız gördük. Aklıma o yerleşmişken bu çirkin
olayları nasıl düşünebilirim. Ben onun kızıllığını, teninin beyazlığını,
yüzündeki kan çiçeklerini hayal etmek istiyorum. Anne şefkati görmemiş bedenini
katmak istiyorum bedenin sıcaklığına.
H: Zihnimde
bu adi insanlar dolaşırken onu düşünerek saflığını kirletemem. Sen neden onu
karıştırıyorsun ki şimdi?
Ben; sana,
bana, o zavallılara, düşünmeden verdiğimiz kararlara öfkeleniyorum. İki gün
önce tanıdığımız insanlarla bilmediğimiz bir şehre nasıl gideriz onu
düşünüyorum. Turneye çıkmadan önce de yönetmen (!) denilen adam konuşurken
kadınları meta göstermekten hiç çekinmedi. Daha acı verici olan ne biliyor
musun? Kadın bedeni üzerinden yaptığı çirkin şakalara en fazla kadınların
gülmesi. Üzüleyim mi, sinirleneyim mi yoksa kadınların bu durumuna güleyim mi
şaşırıp kaldım.
A: Ben
sinirlenmiyorum kadınların bu durumuna. Kendi düşen ağlamazmış. Seviyorlar
demek ki adamın bu konuşmalarını. Ağızlarını açıp tek bir şey demiyorlar. Onlar
için kendimi hırpalayamam. Zaten ayrıldık gittik neden hala aklını kurcalıyor
ki bu geçmiş.
H: Sanat bu,
tiyatro bu. Kendi menfaatleri uğruna kirletiyorlar tiyatroyu, daha fazla para
kazanmak için insanın emeğini sömürüyorlar. O da yetmezmiş gibi; Bağırıp
çağırmaktan, yanlış yapma durumunda insanları aşağılamaktan geri durmuyorlar.
Biz bıraktık tamam. Ya diğer insanlar, ya diğer kadınlar tatmayacaklar
mı bu pis ortamı.
A: Oraya
yeni katılan insanlarda bizim gördüklerimizi görüp ayrılabilirler. Hem herkes
kaosun içinde yaşıyormuş gibi anlatıyorsun. Halinden memnun olanlar var. Bu
tiyatro isimlerinin başlarına bir sıfat, ceplerine para, vasıfsızlıklarına
vasıf katmış.
Ayrıca bu
adamlar tiyatroyu kirletir diyorsun
Tiyatro, bu insanlardan dolayı kirlenmez.
Tarih bunlar gibi bir sürü madrabaz görmüştür. Hepsi silinmiştir, yok olmuştur,
adlarını hatırlayan yoktur. Hem, hem onların en büyük cezası değil midir
unutulmak.
H: Ben senin
gibi üstüne sünger çekemem. Vicdanım durmaz yerinde, düşünüp durmadan yapamam.
Cezaları elbet onları bulacak. Bulana dek hep aklımın bir köşesinde kalacaklar.
Bu yaşanmışlık kolay kolay unutulamadı,
düşlerinde yakasını bırakmadı korkuyla ve iç sıkıntısıyla uyandığı onlarca gece
oldu. Kemikte kalmış kurşunla yaşayan bir gazi gibi bu geçmişle yaşamaya
alıştılar.
4. BÖLÜM
Zaman
geçiyordu sayın okurlar, ama bizlerin görmediği gibi A ile H de göremedi
zamanın geçişini. Hayat durduğu an, sizi bir zindanda tuttukları an
anlıyorsunuz geçen zamanı, bir pişmanlık alıyor ki geçmişe dair sormayın nasıl
anlatılır bilinmez. A ile H pek sık çıkmadıkları raf mimarili odalarından,
zorunluluk üzerine çıkamıyorlardı artık. Bu durum hayatlarından çok bir şey
değiştirmedi fakat zorunluluk vardı artık insana aksini yapma isteği uyandıran,
karar yetisini elinden alan bir zorunluluk. Bu durum rahatsızlıkla öldürüyordu
onları ki bir şekilde yaşamaya devam
ediyorlardı. Uzun uzun zaman aralıklarıyla sıkıntılı tartışmalar yaşarlardı,
onlardan birini yaşayacaklardı uzun zaman sonra.
Zamanın geçişlerini doğa olaylarıyla
hissettirmeye çalışıyordu A ile H ye tek tanık ve bunları kaleme almış yazar.
İnsansızlığa rağmen süregelen hayat devam ediyordu, ama insanlar evlerinin bir
göz, ya da boydan boya sarmış pencerelerinden bakıyordu süregelen hayata, geçen
zamana. Diğer insanlar gibi tek tanık yazar da tıkılmıştı eskiden odası diye
gördüğü, diğerlerine kıyasla daha konforlu zindanına. Bahar gelmiş miydi; erik,
elma, portakal çiçekleri açmış mıydı, sokaklar koyu yeşilliklere boğulmuş
muydu. Takvim yaprakları baharın geldiğini söylüyordu, ama yazarın gördüğü tek
şey binanın çatlağından doğmuş bir sarmaşık fidesiydi.
Bu yıl, bir
konuşmacının dediği gibi hayal gücü sonsuzluğa ulaşmış bir film senaristinin
filmi niteliğinde geçiyordu, işleyişe bakılırsa bu senarist şiddeti de korkuyu da
seviyordu.
Bu yılda
depremler mi olmadı dersiniz, yanan ormanlar mı, açlıktan intihar eden insanlar
mı, öldürülen kadınlar mı, sessizce kesilen köpek kafalarımı mı, ya da dünyayı
kavuran, durduran bir salgın mı olmadı dersiniz, bir şey demeyin hepsi oldu.
İyi şeylerde oldu, direnişler başladı olması gerekenden çok sonra halkın içinde
haksızlığa karşı.
5.BÖLÜM
Binanın
çatlak duvarından sarmaşık süzülmüş yere doğru, insanlar azalmış sokaklarda,
dışarı çıkamaz olmuşlar. Dünya değişmeye başlamış, tahammül azalmış, insan
dünya için daha vahşi, acımasız bir yaratık olmuş A il H’nin bunları düşünmeden
yaptığı tartışmalardan bu zamana.
Yorumlar
Yorum Gönder